26 Ekim 2008

Abant Gezisi

Diyarbakır mahkemesinin blogspot u engellemesinden sonra gezi yazısını yazamamıştım, Abant Gezisi detay ve fotoğraflarını yakında yayınlayacağım.

Böyle gerekçesi açıklanmayan karadan sonra, Türkiye'de internet'in çivisinin çıktığına.
Olur olmaz bilgili bilgisiz insanların, pire için yorgan yaktıklarına karar verdim...

Oldu olacak internet kullanımını yasaklasınlar...
Sonuç olarak bu yaklaşımın tam olarak demokratik olmadığı inancındayım.

Hukuksal süreçte de bu tür sitelerin değil kişisel olarak bu suçu işleyenlerin sınırlandırmasından yanayım.

Bolu gezisi yakında...

18 Ekim 2008

Media Markt alışverişim ve -GÜVENLİK-

Bugün Media Markt ta başıma ilginç bir olay geldi...

Memleketten Mustafa Ağabeyimiz, uzun bir geziye gideceği için fotoğraf makinasına yüksek kapasiteli "compact flash" kart almamı rica etti.

En yakınımda Media Markt var diye oraya gittim.
İstekler 8 Gb civarında bir kart almamdı.

Benim de ihtiyaç duyacağım bir ürün olduğundan detaylı olarak araştırmak istedim.
Önce kendim inceledim. 4GB-16 GB ye kadar farklı seçenekler vardı.
Tabi bu sefer hızları II, III veya IV olması gibi saniyede yazım hızları da ortaya çıkmaya başladı.

Her neyse bir tablo yapıp bizim abiyi aradım. Siparişini verdi. Banka havalesi yapacak ve bende alacaktım. Tam da telefonumda bankaya bağlanıp hesap bakiyesini bekliyordum ki.

Bir bey geldi. Mağaza güvenlik müdürü olduğunu söyledi ve fiyat araştırması yaptığımı söyledi.
Evet doğru, bir sipariş ürün satın alacağımdan 8 GB mi 16 GB mi, III mü IV mü alacağımı anlattım. Hatta elimdeki telefonda açık olan bankanın internet sayfasını da gösterdim.

Açıkçası bu durum inanılmaz şekilde beni gerdi.
Her ne kadar müdür beyin, rakip firmaların bu tür fiyat araştırmalarını yaptıkları buna önlem olarak bu tür davranışları sergilediklerini söylese de. Bir müşteri olarak inanılmaz derecede gerildim.

Rakip firma elemanı fiyat araştırmasını bu denli aleni mi yapar?
Madem bu kadar teknolojikler, müşteriyi tanıyamıyorlar mı? En azından müşteriyi tanıması yeter...
Hiç mi CRM denilen birşey görmediler veya duymadılar. diye aklımdan geçirirken CRM nin ne kadar önemli olduğunu bir daha hatırladım.
Artık büyük karlar elde edemeyen firmalar bence, müşteride derinleşmeye gitmeliler.
Hele hele bu tür marketlerde, önemli müşterileri yüz tanıma sistemine bile kaydetmek gerek, hırsız veya fiyat çalanları değil.

Sonuçta bir sürü güvenlik önlemini alabilirsin. Peki satın alma isteğinde olan bir müşteriyi nasıl tanırsın?
"Kişi özelliklerine göre nasıl farklı kampanyalar düzenlerim. "
"O na nasıl daha fazla para harcatırım" gibi sorularının kökenine inseler. Sanırım daha fazla para kazanacaklar.

Bu nedenle bu tür firmalarda pazarlama müdürlerinin ve mağaza müdürlerinin de kabuk değiştirmesi, güne göre hızlanması gerek.
Tam bir "data mining" işi (bu konuya daha sonra değineceğim)
Hatta yeni fikirlerde olan yöneticilerin bile zaman zaman kendilerini yenilemeleri gerekiyor. Her 4 ayda bir yeni trendlerin çıktığını düşünecek olursak, kenini 3 ay yenilemeyen, okumayan, izlemeyen kişiler dinazorlaşmaya başlıyor.

Tam bu fikirleri düşünürken sekiz ay kısa dönem askerlik yapmam ve piyasayı tekrar öğrenmek için iki yıl harcamam aklıma geldi birden. Gerçekten de İnternet sektöründeki değişiklikleri ve müşteri değişikliklerini öğrenmem iki yılımı aldı. Aradaki bir kopukluk insana kaybettiriyor.

Memleketimizde mantar gibi çoğalan bu marketlerin de müşterileri daha iyi anlamaları dileklerimle.

Peki o gün Media Markt'tan alışveriş yaptım mı? Sizce???
Siz olsanız yaparmıydınız???

  • Müşteriyim ben, seçeneğim 1 tane değil ki ;)
  • Tekrar gidecekmiyim? Evet gideceğim, eğer uygun ve farklı bir ürün bulursam ihtiyaçlarım doğrultusunda alacağım.
  • Media Markt'ın bu davranışlarını anlatacakmıyım? Evet kesinlikle anlatacağım.
Herşey ucuz olan değildir, biraz daha pahalı da olsa insanlar hürmet ve ilgi gördüğüm yere gider.
Aynı Turkcell gibi, fiyatları diğer operatörlerden biraz fazla olsa da, kalitesi daha yüksek olduğu için pek çok kişi değiştirmiyordu...

Müşteri, herşeyin başı müşteri ve satış.
Doğru kişiye doğru zamanda verimli ve karlı satış: ucu müşteriyi tanımaya dayanıyor.

19 Haziran 2008

Babalar Günü

15 Haziran Babalar günü...

Standart olarak geçti, benim babalar günüm kutlandığı için sanırım daha da farklı yaşadım.

Babalar günü deyince, annemle beraber çıktığımız bir tatilde, babama aldığım bir havlu gelir aklıma. Bir hevesle Edirneye gittiğimde babama verdim.
Baban çok yapmacık bir tepki ile "aaa oğlum bana havlu almışşşş" dedi havluyu aldı ve yana koydu.
O gün kendime etmediğim küfür kalmamıştı. "Senin ne işine git babana hediye al, değer bile vermedi koydu kenara" deyip kızmıştım. İşte o gün annemin ne kadar hoşgörülü ve kin tutmayan biri olduğunu anladım. Annem teşvik etmişti o havluyu almaya. Ben de olumlu karşılayıp almıştım.

Bundan sonrası bana kalıyıor. Üzeyir Garih'i bir kitabında annesinin öğüdünü anlatmış. "Birşey veriyorlarsa al". Geri çevirme.
Sanırım şartların uygun olması durumunda uygulanması gereken bir kural (diğer durumları tartışmıyorum. Kişiye göre değişir)
Benim de bu duruma kafa yoracak beş dakikam oldu. Gerçekten de bu durum ile karşılaşan genç bir insanın yaptığını yaptım ben de. Gereksizce kızdım.

Siz siz olun, birşey verildiğinde red ederken -aslında alırken- iki kere düşünün. İçtenliğinizi buna göre yapın.

9 Haziran 2008

Sorunlar başladı mı üst üste gelir(mi)?

Bazı şeyler iyi gitmemeye başladığında, ardından diğer sorunlar da gelmeye başlar mı?




Hayatımda bazı şeyler iyi gitmiyor...


Babamın vefatı,

İşte ki satış durumları,

Son günlerdeki anneannemin kan pıhtılaşmasından kısmi felci ve hastaneye yatırılması,

Duru'nun ateşi derken... Bugün bunaldığımı hissettim.

Genel olarak pekçok duruma olumlu bakarken, fark ettiğim bir durum var...

İnsanların karşıdakine negatifsin olumsuzsun derken sanırım kendi ön yargılarını anlatıyorlar.

Bu durumlar her insanın başına gelebilecek şeyler. Sanırım önemli olan karşılama biçminiz...
Bunların her insanın başına gelebilecek durumlar olduğunu, güçlü olmanız gerektiğini -sadece güçlü görünmek değil- kendinizi bırakmamanız, mücadelenin devam ettiğini ve etmeniz gerektiğini düşünmek insanı biraz da olsa rahatlatıyor...

Dolayısı ile sorunların üst üste geldiğine inanmamaya başladım. Sadece görüş açınıza göre bunları siz görmeye başlıyorsunuz.

Olumlu günlerde olmanız dileklerimle.

12 Mayıs 2008

Bir gezi Hikayesi

Babamın vefatı nedeni ile 23 Nisan haftası yaptığımız Amasra-Bartın-Safranbolu gesisini yayınlayamadım.

En kısa sürede yazacağım.

Bartın da yediğimiz o muhteşem balıkları, o müthiş salatayı anlatamazsam ne tadı kalır gezinin.

En kısa zamanda görüşmek dilekleri ile...

Hakan Baba

5 Mayıs 2008

Gelincikler

5 Mayıs 2008 Pazartesi.

Bugün sabahtan babamın öldüğünü öğrendim...
Pek te olumlu olmayan bir durum...

Metanetli olmak lazım, kendini bırakmamak lazım, yardımcı olmak lazım vs vs vs.
Sabahtan Edirneye yola çıktım. Yolda tek hatırladığım kırmızı gelinciklerdi

Ölüm olan evde, hava nasıl olur ise Edirne'deki evde de hava öyleydi.

Baba sülalesi biraz karışıktır, benzetmek gerekirse aynı "DALLAS" gibidir.
Bazen üzülürüm bu durumda olmalarına, bazen de kişilerin bu durumu kendilerinin yarattığını düşünürüm.
Genellikle de iyi ki uzaktayım, iyiki içlerinde değilim ve iyiki ayrı büyüdüm derim.
Babamın lakabını "Dallas"ı biliyorsanız tahmin edersiniz!!!!!
Küçüklüğümün tek kanallı tv sinin unutulmaz dizisi.... küçük olduğum için hayal meyal hatırlıyorum.
Tek hatırladığımda güzel bir kız vardı; adı Lucy idi sanırım bir onu, bir de "Ceyar" ı hatırlıyorum...
Babamın diğer adı: "Ceyar"dı. Kardeşlerine ve çevreye bol bol kazık attığı için bu ad takılmıştı diye anlatmıştı amcam... Şöyle bir düşünüyorum da JR aslında iyi bir benzetme...

Başlık ile çok ayrı şeyler bunlar...
İstanbuldan Edirneye giderken 2 damla yaş döktüm hepsi bu.
Daha fazlası süzülmedi gözümden, kendi kendime birkaç laf ettikten sonra, gözüm yok kenarındaki gelinciklere takıldı...

Gelincikleri severim. Çocukluğumun geçtiği yerleri hatırlatır bana.
Benim büyüdüğüm yerlerde apartıman çocukları değildik. İlk baharda ağaç tepelerinden inmez, boş olduğumuz zamanlarda da standard çocukluklar yapardık.
Uçurtma ve tabancaları çok severdim.
Bir de bisiklet benim için vaz geçilmezdi.
Pinokyo... Benim ve mahalledeki diğer arkadaşlar için bisiklet, kovboy için at ne ise oydu. Tabi bir de sapan. Pekçok sapanım olduğu halde hiç bir kuşa taş atmadım... Belki güven belki hava atmak içindi sapan...
Bir de gelincikler. İlk bahar ile yazın geldiğini gösterirlerdi. Bol bol toplardık, doğruca eve.

Gelincik nazik bir çiçekti, yerinden koparırsanız hemen solmaya, o güzel güzelim kırmızı yaprakları bozulmaya başlardı. En çok sevdiğim ise gelincik şurubu idi.

Topladığım gelincikleri anneme götürürdüm. O da kırmızı yapraklarını bir sürahi içine koyar akşamdan sabaha bekletirdi. Sabah koşa koşa sürahiye bakar kırmızı suyu içmek isterdim.
İçine azıcık ta şeker atarsanız çok güzel bir şurup olur gelincik şurubu...

Aklıma bunlar geldi İstanbul-Edirne yolu arasında, ben mi arabayı sürdüm "amigdala"m mı bilmiyorum.

Gelincikleri görünce bunlar geldi aklıma.
O akşam üzeri, ertesi sabah ve geri dönüş yolu.
Hep gelincikler ile yol aldım o iki gün...

İnsan babasını kaybedince boşluğa düşermiş diye anlatırlardı.
Danışacak, sorunlarını açacak, bir bilen birini aradıklarında bulamazlarmış babalarını...
Benim bunlar yok tu ki boşluğa düşeyim.
Hayatım boyu biraz yalnız oldum. Kendi kendime yetmeye çalıştım.
Okumaya tek başıma gittim, inatla üniversite ilk dönemi sonuna kadar gelmedim Türkiyeye.

Hep söz verdim, ben çocuğumun yanında olacağım, iyi bir baba, iyi bir ev erkeği, iyi bir eş olacağım. Babamın yanımda olmadığı zamanları ben çocuğuma yaşatmayacağım. Hep yanında olmasam da aklımda karım ve çocuğum ile olacağım.
Allah bunları yapmama yardımcı olsun başka isteğim yok...

Gelinciklere de baktığımda güzel şeyler hatırlamak, babamdan da bir kaç küçük hatıra hatırlamak istedim...
Bir düşündüm o güzel hatıraları da göremedim...
Dedim ya onlar Dallas'ı yaşamak ile meşgul iken, ben hayatın daha uzak bir yerinde, çocukluk arkadaşlarım ile yaşadım, bizim oralar (Uzunköprü) ufaktır. Arkadaşlıklar yakındır. Pekçok şeyi paylaşırsınız, hayatınızın pekçok zamanı arkadaşlarınız ile geçer...

Allaha şükür, babam bana 67 Km veya 1 saat uzaklıkta idi. Ama öyle uzaktı ki yakınlaşamadık. Senede iki defa gördüm desem abatmamış olurum sanırım...

Babalık zor sanatmış baba...
Kolay değilmiş.
Ben bunu kolaylaştıracağım.
Çocuğumun eşimin yanında olacağım.
Çocuğumun aklında güzel hatıralar ile kalacağım.
Para, pul, iş, kalıcı olmadığını öğrendim. Onlarsız olmuyor, onlarlada olmuyor. Bu dengeyi kurmayı başaracağım. Yoksa dünyaya kazık çakmaya, heykelimin dikilmesine niyetim yok...

Bu yazı 12.05.2008 tarihinde 18:42 de yazılmıştır.

23 Nisan 2008

23 Nisan Haftasında İstanbul'dan Amasra'ya kadar uzanan bir gezi yaptık.
Duru, Seçil ve ben ilk defa bukadar uzun bir yola çıktık.

Gezide yaptıklarımızı resim ve görüntülerle burada yayınlayacağım.
Özellikle Bartın'da ki balıkçıda yediğimiz balıkları unutamadım.
İnanılmaz güzel şekilde pişirilmiş birbirinden güzel sofraları sizler için fotoğrafladım.

Yakında görüşmek üzere

25 Mart 2008

Bilinçaltı "Subliminal" Mesajlar


Subliminal mesajlar, yani bilinçaltına yönelik mesajlar.
İnsanlık tarihinde bilim hep vardı. Tekerleğin icadından, savaş makinelerine, tıptan, ilerlemeye kadar insanlar bilim ile farklı yerlere geldi.
Zaten o yüzden yönetirken sevgiyi veya korkuyu kullanmıyormuyuz? (bu da başka bir yazı konusu aslında)
İnsan kolayı tercih etmeye meyillidir. Sevgi ile yöneteceğine, kolayı seçip korku ile yönetmeyi seçmez mi?
Çocuğumuz yemek mi yemedi? Hemen sesini yükselt, ders mi çalışmadı babana söyleyeceğim tehdidi savur, istediğini yapmadı mı? Oyuncaklarını alacağını söyle…
Aynılarını iş hayatında yapmııyor muyuz? Kesinlikle evet, en basit korku algılamamız işimizi kaybetmek. Araştırmacı abiler araştırmışlar ya. Bir erkeğin hayatındaki en büyük stres nedenleri;
1. çocuğunu kaybetmek
2. işini kaybetmek, dolayısı ile para kaybetmek.
3. eşini veya başka yakınlarını kaybetmekmiş.
Bu araştırmayı duyduğumda düşünmüşümdür. Eş neden paradan sonra gelir?
Aslında para kazanmaya o kadar  odaklanmışız ki, o olmadan hayatımız tamamen bitermiş gibi geliyor sanırım.
2002 yılıydı, spor salonunda yaşlı başlı bir amca ile tanıştım, hiç aksatmadan her sabah spora geliyor. Çalışmasını yapıyor gidiyordu.
Bir gün çalışma sonrası lafladık. “hep derler ya” dedi, “insan para kazanacağım diye sağlığını kaybeder, daha sonra kazandığı paralar ile kaybettiği sağlığını kazanmaya çalışır”. İşte o an anladım amcanın eski sağlığını kazanmaya çalıştığını, bu tür durumlar bilinçaltımızdaki ata sözü veya olayları tetikler ya. O an bir daha anladım zamanın ne kadar değerli olduğunu. Bir daha anımsadı o müthiş atasözünü: demir tava gelir kömür biter, akıl başa gelir ömür biter.
30’lu yaşlara merdiven dayadım. 3 lü rakamlı yaşkar insan hayatında dönüm noktası demek onu fark etmeye başladım. Dolayısı ile kuşaklar ve kuşak farklılıkları reklamcı, satıcı ve pazarlamacıların en çok kullandıkları ve araştırdıkları konuların başında geliyor. Bizler X kuşağının sonlarında dünyaya geldik. Zaman Y kuşağının olacak. İşte subliminal mesajlar da bu noktada devreye girmeye başlıyor. Reklamcılar şimdiden bu kuşağa bombardımana başladı bile. Bizim zamanımızda BONİBON vardı. Halen şarkısını hatırlarım. Demek ki şimdiye göre bizim kuşakta daha azmış bu bombardıman. Acaba öyle mi? J
Bilinçaltı mesajları (subliminal mesajları) denilince konu derinleşmeye başlıyor.
Aslında Amerkika bunu biraz geç farketmiş. 1960 yıllarda çok ön plana çıkmış. Almanlarda ise 1940 lı yıllarda Hitler’in Propoganda bakanlığı bile var. Adam bunun önemini o kadar önce fark etmiş ki Nazi Partisi bu yolla koca Almanyayı olduğu kadar dünyayı etkilemiş. (Kalaşnikof tüfeklerinin atasının –esinlenildiğinin- MP43 olduğu düşünülürse J) Bir belgesel kanalında II. Dünya savaşı ile ilgili bir seri belgesel izledim. Özellikle SS askerlerinin yetiştirilmesi, propoganda filmler vs gibi materyallere bakarsak Almanlar bu “subliminal” mesaj işini iyi abartmışlar.
Öyle ki SS aslerleri hem Siyah Üniformaları hem de hançerleri ile kendi ulusları içinde bile bir korku imparatorluğu kurmuşlar.
Altyapı hazırlıkları film, fotoğraflar ve kendilerini üstün görmeleri konusunda öyle abartılmış ki, gözlerini kırpmadan bile bile ölüme gidebilecek hale gelmişler. Onurum cesaretimdir mottoları ise halen düşündürücü… Bugün bile tam bilinemeyen eğitim detayları var. Belgeselde gösterilen filmlerin  içinde bol bol subliminal etkiler göze çarpıyor. Meşalelerle yürüyen son derece disiplinli genç askerler, sadece savaş konusunda değil etkileme konusunda da eğitilmişler.
Subliminal mesajlar konusu yoğun olarak II. Dünya Savaşı sırasında kullanılmış gibi görünmekte.
Bunun dışında neler var?
Yoğun olarak satışta J
Satışın doğası gereği reklamlar, reklamlarda da 25. kare hep karşımıza çıkıyor anlaşılan.
Bir de Amerikalıların bir lafı var “Sex Sells”: Seks Satar.
Aslında bu bilinçaltı mesajları son zamanlarda genelde seks içerikli göze batan şeylerde görmeye başlıyoruz. Veya gözümüze sokuyorlar. Hatta çizgi filmlerden sigara paketi üzerindeki deve figürüne kadar giden pekçok konu var.
Bu 25. kare konusunu daha sonraları bakmakta fayda var.
Tabi bir de rekler var hayatımızda etki eden.
Albert Einstein in siyah boyalı bir odada çalışması, sadece tek tip siyah elbise giymesi çok ilgimi çekmiştir.
Amerikan polislerinin siyah giymesi, devlet adamı ve politikacıların koyu renkleri tercih ederken genelde beyaz gömlek giymesi. (Tayyip Erdoğan’ın takım elbiselerine dikkat edin. Cem Uzan’ın siyasi konuşmalarına dikkat edin, hep beyaz gömlek vardı. İçinde fanila-atlet olmayan, kravatsız, bileklerini açıkta bırakan beyaz gömlek. Bir de ver coşkuyu 10. Yıl Marşı…) Cem Uzan’a ak pak bir yapı sağlamadı değil…
Benzer renk kullanımları TV lerde de görünmekte. Yurt dışı kaynaklı belgesel ve sunumlarda, genelde tek kişi ile röportaj yapılıyorsa siyah fon heme gözüme çarpıyor.
Tv de karşımızda eğer bir kişi varsa, fikirleri alınırken siyah bir fonda kişi ile görüşmeler yapılması, izleyenleri konuya ve kişiye odaklamakta.
Bizim Türk Tv lerinde ise esas kişi konuşurken, arka fonda renk cümbüşünü düşündüğünüzde konudan neden bu kadar kısa zamanda uzaklaşıldığını anlıyormusunuz şimdi? J


Not: şimdi merak ediyorsunuzdur bu yazı neden mavi renk? (R-G-B=0-0-128) J hadi bir araştırın bakalım. Neden siyah yerine, mavi renk yazı?

17 Şubat 2008

Susesi Otelin adı Neden SUSESİ?

17 Şubat 2008 pazar sabahı 8'e çeyrek kala kalktım.
Bir önceki geceden yorgun olmama rağmen güzel bir sabahtı.
8:45 civarlarında otelin havuzuna indim.
Topu topu 2 kişi vardı...
Yarım saat havuzda yüzdükten sonra, doğru saunaya gittim.
Zaten tek başımayım içerisi 87 dereceye attım havluyu uzandım.
İnanılmaz bir rahatlama, saunada tekbaşıma 15 dakika geçirdikten sonra şok duşu (orijinal adı nedir bilmiyorum ama bu adı ben taktım şimdi) girdim.
Allahım olmaz böyle bir duygu, 30 saniye zor dayandım. Zamanı saymak ta zor. 1 deyip bir vuruşu bir ayak vuruşu, ardından 2 el ayak derken 30 da tüm soğuk suyu kapadım. Dışarı çıktığımda ise halen sıcak sıcak terliyordum.
İki bardak ılık su içtikten sonra da 15 dakika buhar banyosu...
Çoktandır bu kadar terlememiştim.

Amaaaa sonrasındaki keyif herşeyi tamamladı. Doğru hamama.
Ortalık bomboş tek ben varım. Sessizliği tarif edemem. Tek ses 2-3 saniyede bir damlayan bir damla suyun sesi ve akisleri. Çoktandır bu kadar huzur duyduğumu hatırlamıyorum...
Demek ki ara sıra insanın böyle tek başına kalması gerekiyormuş...
O an aklıma geldi, gerçekten 'Susesi Otel' ne demekmiş anladım...
Yıkanıp paklanıp giyindikten sonra kahvaltı için aşağı inmem 11 oldu.
Tabi kahvaltı bittiği için, bir tek garsonlar vardı.
Otelin çalışanları konuksever insanlar, sorumlusu sağolsunlar bir tabak, talaş böreği, su böreği, açma, ıspanaklı börek verdiler, bir de ılık bir bardak çay ile onları bitirmişim ki keyfimi, kelimelerle anlatmama imkan yok...

Böyle biryere ara sıra kaçmak gerek sanıyorum.

Hakan ŞENGÜL.
17 Şubat 2008
Susesi Otel Hayal Kafe...

Turkcell Antalya Susesi Otel.

Turkcell Kurumsal toplantısı için Antalyaya geldik.
Susesi otel diye bir yerde kalıyoruz. Otel güzel nezih ve büyük. Yemekleri, ikramları da güzel.

Günden güne daha çok 'Polyanna' yı anlamaya başladım.
Kaldığımız oda tekerlekli sandalye kullanan kişilere uygun dizayn edilmişti. Küveti yok, giriş katı vs vs gibi özellikleri var, amaç sadece uyumak ve konaklamak olduğuna, engelli olmadığım için şükrettim ve odayı sevmeye başladım.
Aslında kullanım kolaylıkları da yok değil. Klozetin yanında tutunma demirleri var, duşa girerken eşyaları koymaya yarıyor...

Organizasyon çok güzeldi.
Özellikle Cuma gecesi RIM eğlencesini unutamayacağım.
Her ne kadar bitkin olsam da 23 te Seçille konuştuktan sonra uyuyamadım, arkadaşları bi kolaçan etmek için gittim ben de kaldım... Gerçekten de 'Bay J' gösterisi güzeldi. Parçaları da çok güzeldi... Uzun süreden beri böyle keyifli bir gece geçirmemiştim güzel oldu...

Yönetici olmak bazen kolay bazen zor.
Hele hele sorumluluklarınızı yönetmeyi becerebilmek ise başlı başına bir beceri.
Bu çalışma gezisi bana yine pekçok şeyi öğretti/hatırlattı.
*Bazen görüp ama görmemeyi.
*Çalışma arkadaşların için ufak tefek jest ve kolaylıklar yapmayı ve bunu göstermemeyi.
*Grup içindeki davranışları inceleyip yorumlamayı, gelecekteki davranışlar için altyapı hazırlamayı.
*Eğitmeyi.
*Sert olmadan, çok ta yumuşamadan arayı bulmayı.
*Durumları yönetmeyi.

Sanırm bunların toplamı erdemli olmayı gerektiriyor. Daha yeni yeni öğreniyorum.
İlginç bir zamanda Allah'ın isimleri ve anlamlarını düşünmeye başladım.
Hiç düşündünüz mü? Allahın 99 ismi vardır ama içinde ALLAH veya TANRI kelimeleri geçmez.
Aslında bu 99 özellik içindeki bazı özelliklerden bir veya birkaçı insanlarda bulunur.
Bu özellikler ne kadar fazla ise ona çok iyi insan demeye başlarız.
Hiçbir canlıda bu 99 özellik toplanamayacağı için de Allah olamaz.
Birden bu beliriverdi aklımda. Erdemli olmak nedir? derken.

Yine de kendini bilmek farklı bir olgu...
Kısaca bunları düşündüm, yazdım, arz ederim...